Kimin Gözü?: Beden Algısı
Hiç ideal bedene ulaştığınızda daha çok sevileceğinizi düşündünüz mü? Ya daha daha çok tercih edileceğinizi? Belki de daha çok kabul görecek, ve onaylanacağınızı düşünmüş de olabilirsiniz. Eğer siz düşünmediyseniz, elbet çevrenizde bunları düşünen kişilerle karşılaşmışsınızdır. Peki bu düşünce nereden gelmektedir? Gelin derinlemesine inceleyelim.
Beden algısı, kişinin kendi zihninde fiziksel görünümüne dair yarattığı imajdır. Bu imajın gerçeklik payı, kişinin nasıl göründüğünden ziyade kendini nasıl algıladığı ile ilgilidir. Kişinin bedenine ve görünümüne yüklediği anlam kişi için oldukça önem taşır. Kişinin kendi bedenine dair olumlu veya olumsuz düşünceleri kişinin yaşam kalitesini de oldukça etkiler, çünkü kişi yeterliliğini beden görünümü üzerinden ölçebilir ve bu da zamanla hayatı algılayış ve yaşayış biçimine dönüşebilir. Beden imajımızı, beden gerçeğimiz yerine koyarız ve var olan gerçek ile zihnimizdeki gerçek savaşmaya başlayarak sürekli ‘yetersizsin’ diye söylenen bir sesi ortaya çıkartır. ‘Yetersizim, yeterince iyi değilim…’ der bir ses sürekli.
Peki sizce yetersizlik nedir? Yetersizlik hissedilebilen bir şeydir, var olan bir şey değildir. Kimseye bakıp ‘bu kişi yetersiz’ diyemeyiz. Beden algısı olumsuz yönde olan bireyler ise kendilerini bedenleri üzerinden değerlendirerek, yetersizlik hislerine kapılırlar. Bu doğrultuda ‘yeterince’ iyi değilim, güzel/ yakışıklı değilim, dikkat çekici değilim gibi düşünce kalıpları ortaya çıkabilir. Bu olumsuz algı, yaşamı algılayış ve yaşama bakışı bir o kadar zedeleyebilir. Sonsuz diyet döngüleri, kendini aç bırakmak, yeme bozukluklarının da bir tetikleyicisi haline gelir. Hatta her ne kadar beden gerçekten değişse bile, algıdaki beden değişmez, hep daha fazlası ve daha iyisi olabileceği düşünülebilir.
Beden algısının oluşumunda birçok faktör rol oynar: yaş, cinsiyet, sosyal çevre, biyolojik yapı, sosyal medya vs. Fakat en önemli faktör ise ebeveyn tutumlarıdır. Beden algısının oluşması çocukluğa dayanmaktadır. Çocukluk döneminde bedeni üzerinden şakalara, takma isimlere, eleştirilere maruz kalan çocuklar ‘bende bir kusur var’ düşüncesini geliştirirler ve yaşamları boyu bu kusuru düzeltmeye çalışırlar. Kişinin bedenine karşı çocukluk döneminde nasıl bir bakış açısı geliştiyse, yaşamının devamında da bu bakış açısı ergenlik döneminde doğrulanmaya çalışarak pekişerek ilerleyecektir. Çocukluğunda bedenleriyle ilgili yorumlara maruz kalan çocuklar, bedenleriyle savaşan yetişkinlere dönüşeceklerdir.
Bu yüzden çocukluk ve ergenlik döneminde diğerlerinin bedenleri hakkında konuşurken oldukça dikkatli olmak gerekmektedir çünkü yetişkinlik yaşamına geçiş yapan bu bireyler tercih edilme olasılıklarını bedenleri üzerinden değerlendirecek ve sevgi ve statüyü ‘hak edilmesi’ gereken bir şey olarak algılayarak sürekli bedenleriyle uğraşıp, ‘en iyi’ hallerine geldiklerinde sevgiyi ‘hak edeceklerini’ düşüneceklerdir. Fakat sevgi hak edilmez, sevgi aynen yemek, barınmak gibi temel bir ihtiyaçtır.
Yazımı bitirmeye doğru giderken şunu söylemek isterim ki, ideal beden sonsuz onay ve mutluluk değildir. Bedeni her reddettiğimizde benliğimizi, evimizi, yuvamızı reddederiz. Beden bizim evimizdir. Bu yazı bittiğinde şunu düşünmeni istiyorum: Bu kimin fikri ve bu kimin gözü? Benim mi başka birinin mi? Kendine kimin gözüyle bakıyorsun sevgili insan?
–
4.06.2024